Erden Ayas Yazısı (Yolculuk)

Erden Ayas Yazısı (Yolculuk)

Hiss-i Mechanic

Yeni havalimanının inşaatında kafamda baretle hatırı sayılır süreler dolaştıktan sonra bu sefer yolcu olarak giriyorum dış hatlar terminaline. Günümüzün en yaygın ibadetlerinden biri olan öz çekim için köşe bucakta şekilden şekle giren insanlar arasında yapılan uzun bir yürüyüşten sonra kapıdayım. Anonsla birlikte sıraya üşüşen sabırsızların arasındaki yerimi alıyorum. Bir süre sonra da uçaktayız, yolcu alımı tamamlandı ve hemen geri ittiriverdiler. Her şey şaşırtıcı derecede dakik, motorlar çalışıyor sırayla ve az sonra başlayacak kabin azabından habersiz, Karadeniz kıyılarına doğru uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Yarım saat sonra pist başına gelmişiz. Kararsız rüzgârların değişen yönü nedeniyle güneyli kalkışların iptal edildiğini öğreniyorum telefondaki radar programından, kaptan sessiz. Geri dönüyoruz o kadar yolu, sırada kalkış için bekleyen yirmi küsur uçak var. Kapıdan müsait pist başına toplamda yapılan elli beş dakikalık taksi sonrasında tam kalkacağımızı düşünürken birden türbinler susuyor. Ardından Alman hava trafiğinin uçuşumuza kırk dakika blok koyduğunu, yakıt tasarrufundan sebep motorları kapattığını öğreniyoruz kaptanımızdan. İsyan, kemerler çözülüyor teker teker. Sıkışan yolcular kilitli tuvalet kapılarına doğru koridorda yürüyüşe geçiyorlar. Kapılar zorla açılıyor tabii, volta atanlar var. Kaptan yine haber salıyor kokpitten, Almanlar salmışlar uçağı ancak herkes yerine geçinceye kadar kalkamayacağımızı belirtiyor. Az biraz sonra çile bitiyor, kemerler bağlı. Park pozisyonundan hareketle pist başında duraksamadan ‘rolling take-off’ icra ediyor kaptan. Nihayet havadayız.

Uzak bir kasabadayım tek başıma. İki yüz küsur yıllık binaların restorasyon projesi ile ilgili toplantılar serisi bitiyor nihayet. Gelişimden günler sonra yine daldan dala uçuşacak konular ile ilgili bir güzelleme yazabilmek ümidiyle tünüyorum dere boyunda bir yere. Gelip geçenler beni çalışırken görünce pis pis sırıtıyorlar. Umurumda değil gülsün inekler, bayram seyran dinlemeden yedi sekiz gündür önemli şeytanlarla savaşmışım ben. Ülkelerinde iş yapacak adam kalmamış ve durumun farkındalar. Bu işle ilgili hayallerim ve planlarım içindeki büyük bilinmez boşluklarla yakalamış beni, kurallarını bilmediği bir dünyaya yeni doğan bir çocuk gibiyim. Deneyimim ile buralarda ahkam kesmek çok karışık her şey. Etrafta işlenecek başıboş onlarca bilgi var ve giderek artan sayıları nedeniyle bir şeylere karar vermek de o kadar zor.  Lakin yüzlerce Alman yapımı meslektaşlarımız bir yana, benim burada oluşum birazcık kutlamaya değer sanki. Sıkıntılı ikna çabaları, ardından tasarım ve modelleme denemeleriyle dolu bir sürecin ardından yüzler biraz da olsa gülüyor. Çalışma şeklimizi ve tepki tarzımızı gören söz sahibi yöneticiler bir sonraki işi de verebileceklerinden dem vuruyorlar. Kafamda Rönesans olmuş gibi fakat yol uzun. Görünen o ki buraların sırtını standartlara dayamış kaotik denklemleriyle daha çok vakit geçireceğim. Fakat böylesine bir fırsatı iyi değerlendirip bu pazarda kalıcı olabilmek için hangi yeniliklere ihtiyacım olduğunu henüz kestiremedim.

Konuşulanların yarısını zamanında yapabilsek, güzel yolculuklara çıkaran iyi projeler gelse ya hep böyle. Yolculuktan kastım fiziksel yolculuk değil de aşama aşama değiştiğimiz, engelleri doğru tanımlamanın yanı sıra nasıl aşacağımızı da düşündüğümüz zihinsel bir yolculuk. Hepsinin başı işletmeyi becerebilmekte yatıyor. Tehlikeli gerçek şu; ait olduğum kademenin rutinlerini usullerini ve en önemlisi duygu seviyesini bilmezsem çuvallayacağım ve affı yok. Disiplinin gevşediği anlar ipleri gerebilmek biraz duygusuzluk gerektiriyor maalesef. En baba eleştiriler de bu noktada yakalar beni hep. Ama olsun, her sektörün saygı duyulan isimleri vardır ya hani, şanslıyım ki ikisini yakından tanıyorum.

Gelelim konuya ve sadede… Yoğun olarak yerel projelerde çalıştığımız dönemlerde her bir sıçramanın adına yenilik, gelişim gibi adlar taktık, bunlarla kendi kendimize övündük de. Ancak son dönemlerde çoğunlukla zararına sarf edilen onca emekten sonra ayakta kalabildiğimizi görünce bu övünmelerden daha bir korktum. Bu gibi dönemlerde önlemlerin neler olabileceği, yenilikler, geliştirmeler ve benzer konular hakkında yapılan hararetli tartışmaların sonunda her şeyin inadına başa dönmesi ne garip. Sebebi ise ısrarla yeniliğin ne olduğunu tanımlamaya çalışmamızdan belki de. Hadi tersten bakalım, ne yaparız da buna yenilik diyemeyiz mesela. Teknolojik olarak daha yeni bir yazılımla ıvırı zıvırı üç boyut modelleyip, yerinde duramayan mimari planlara rağmen kotu başı belli iki boyut teslimat yapıyorsak, sahadaki ekip senin bu modelini evirip çeviremiyorsa, senden yirmi bin tane kesit istiyorsa buna yenilik demem. Bizim mutfak üç boyut çalışıyor diye bizden önceki ve sonraki ekipler bunun sorumluluğundan arınamaz. Yenilik diye tanımladığım bir üretim şekli sonunda ortaya çıkan dijital ürünün sürdürülebilirliği yoksa, benden sonra bir değer yaratmıyorsa ve en önemlisi kopyalanabiliyorsa yenilik denmez ona.

Olmadık şeylere göğüs gerebilmek için gani gani kudret sahibi olmanız dileğiyle.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

123. Sayımız Yayında.